Soru:İslam’a göre aile reisi erkek midir? Bunu erkeklerin kadınlardan üstün olduğu şeklinde yorumlayabilir miyiz?

Gülşah'ın Dünyası

large (28)

Merhaba Arkadaşlar çok eski tarihlere dayanan sürekli tartışmaya açık olan konu kadın ve erkek eşitliği…bu konular da sürekli sözler paylaşılıyor,tartışmalar çıkıyor ve böyle de devam edecek muhtemelen.Yasal olarak kadın ve erkek eşittir.Hadislere bakacak olursak dinen de öyle.Ama şu var ki;kadın ve erkek farklı yaradılışlar da oldukları için her ikisine de dünya da farklı sorumluluklar verilmiş doğal olarak.Ve erkeğin yaradılışı’nın kadının üzerinde bir hakimiyetinin olduğu da reddilemez.Ey güzel Rabbim herşeyi ne güzel bir hiza da yaratmış herşeyi ne güzel bir dengeye sokmuş.Bizim için çok yararlı olduğunu düşündüğüm bu yazıları okumanızı tavsiye ederim.Tabi ki buradakilere bağlı kalmamak lazım.Mutlaka araştırmanızı yaparsınız ama ben iki kaynaktan biraz bilgiler topladım,biraraya getirdim ve paylaşıyorum buyrunuz efem…Kadınlara şiddet,eziyet gerek psikolojik gerekse bedenen kesinlikle kabul edilemez ama erkeklerin de varlıklarının değerini bilmek gerekir bence.

Allah onların da varlığını başımızdan eksik etmesin.

Yazıyı dikkatlice okuyun derim…

View original post 1.127 kelime daha

Stres Kontrolü

Gülşah'ın Dünyası

stres

Stres, bireyin adaptasyon yeteneğine göre karşılaştığı zorluğa karşı verdiği tepkidir. Göreceli bir kavramdır çünkü biri için stres kaynağı olan bir olay, diğer bir başkası için olmayabilir. Ne yazık ki stres içinde yaşamak günümüz koşullarının kaçınılmaz bir parçasıdır. Ancak kişi bununla başa çıkmayı öğrenebilir hatta iyi yönde kullanabilir. Çünkü iki tür stres vardır. Bunlardan Olumlu Stres iyi sonuçlar çıkartabilir. Bir hedefe ulaşırken bireyin karşılaştığı zorluklara karşı dayanma gücü ve enerji verir. Bu arada bizim düşünce yapımıza uymayan her olay ve kişiden olumsuz etkilenmek doğru değildir. “Her işte hayır vardır” ve Mevlana’nın “Ne olursan ol gel” bilgeliğiyle negatif gibi görünen olay ve kişileri de kapsayıcı olmak ve sevgi enerjisiyle onları dönüştürmek, gereksiz stres oluşumunu önleyecektir. Ve görülecektir ki, bizim mantığımıza göre negatif görünen bir çok olaydan, bizim işimize yarayan kazanımlar çıkacaktır. Bu kazanımları sadece farkındalıkla görmek mümkündür. Kişi kendinin ve yaşam yasalarının farkında değilse, bırakalım negatif görünen fırsatları yakalamayı, bariz pozitif fırsatları…

View original post 572 kelime daha

Ramazan ayı ve göz , kulak , dil , bel

Ramazanda açık tutulması gereken dört unsuru önceki bir yazımızda saymıştık. Bir de kapalı tutulması gereken dört unsur var…

1. Göz kapalı: Harama, olumsuzluğa ve çirkinliğe dönüp bakmazlar, kötü söz, gıybet, küfür, çekiştirme yapmazlardı…

Olumsuzları görmeyecek, duymayacak şekilde kendilerini kontrol ederlerdi. Yani orucu sadece mideleriyle değil, gözleri ve kulaklarıyla da tutarlardı.

2. Kulak kapalı: Çekiştirme, gıybet, yalan gibi haram kelam dinlemez, yalnızca zikre, fikre, şükre kulak verirlerdi…

Özellikle ramazanlarda mukabeleye gidilir, yetkin hafızlardan Kur’an-ı Kerim dinlenerek kulakların pası giderilirdi.

3. Dil kapalı: Gıybet konuşmazlar, kimseyi çekiştirmezler, yalan söylemezler, bir bakıma dilleriyle de oruç tutarlardı.

4. Kemeri kapalı: Namahreme bakmazlar, harama yönelmezlerdi. 

Osmanlı asırlarında din bilinçli yaşanır, oruç bilinçli tutulurdu. Orucun “hikmet” cihetine de bakılır, “tefekkür” boyutu asla ihmal edilmezdi.

Osmanlı insanı işte bu yapısıyla dünya örneği, dünya önderi bir devleti hak etmişti; Allah da o devleti o ümmete ikram etti, ihsan etti.

Ne zaman ki, “Batı’yı taklit” hastalığına duçar oldular, üstün vasıfları çözülüp çökmeye başladı. Üstün vasıfları çözülüp çökünce muazzam imparatorluk da ellerinden çıktı…

Tabii bütün bunlar ailede öğrenilirdi. 

Osmanlı aile yapısını inceleyen İsveçli Aile Hukuku Profesörü Gaston Jezzşunları yazıyor:Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden âile nizâmını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.” 

O nizamın temel unsurlarını ise şöyle özetliyor: “Osmanlı aile hayatındaki güzellik, nezâhet ve samimiyet zannetmiyorum ki, başka bir yerde olsun. 

“Osmanlı’daki İslâmî hayat, huzurlu bir hayatın zirve noktasıdır. Birbirine sevgi-saygı ile bağlıdırlar. 

“Toplumsal yapı edebiyatla süslenmiştir. Hayat şiir gibi yaşanmaktadır. Bütün bunları ailede öğreniyorlar.” 

Osmanlı insanının en belirgin özelliği, tüm uzuv ve kabiliyetiyle “dindar” oluşuydu.

Dindardı, ama inancını baskı aracı yapmaz, hiç kimseye dayatmazdı. 

Bundan dolayı farklı inanç sahipleri arasında sürtüşme-çekişme yaşanmazdı. Herkes bir birine saygı gösterir, “insan”lık ortak paydasında buluşurlardı.

Kırk bine yakın vakıf ve sayısız hayır eseri hep bu dindarane hayatın ürünüdür.

O kadar ki, hayır eserlerini insanla sınırlamamış, hayvanlara ve bitkilere yaymıştır. Hatta hayır yapmakta, kuşlara hastane kuracak kadar ileri gitmiştir.

Comte de Marsigli şöyle diyor: “Türkler, malî imkânlara sahip oldukları zaman camiler, çeşmeler, köprüler ve ‘han’ denilen misâfirhâneler yaptırmayı itiyat edinmişlerdir(alışkanlık haline getirmişlerdir). Bunların masraflarının te’mîni için de vakıflar tesîs ederler. Ayrıca, neslin tahsîli için büyük şehirlerde medrese ve mektepler yaptırırlar. Buralarda başta dînî ilimler olmak üzere, birçok ilim öğrenilir.”

M. de Thevenot şunları ekliyor: “Osmanlılar, çok dindar, insâniyetli, şefkat ve merhamet sahibidirler. Gönülleri dîn gayreti ile doludur…

“Onlar, birbirleriyle vuruşup dövüşme bilmezler! Dolayısıyla birbirine meydan okuyanlar azdır.”

Son söz: Büyük devlet olmanın yolu, büyük millet olmaktan geçiyor.

Alıntıdır.

25.Kare Tekniği Nedir ?

25.Kare Tekniği Nedir ?

Makale alıntıdır dikkatle okumanızı tavsiye ediyoruz.
BİLİNÇALTINA YÖNELİK MESAJLAR

Bilinçaltını etkilemeyi hedefleyen mesajlara “subliminal” adı verilir. Genel olarak “bilinçaltına yönelik gizli mesajlar olarak ifade edebiliriz. Kişinin bilinçaltına ‘’subliminal’’ mesaj göndermenin birçok yolu bulunuyor.

Bunlardan en çok kullanılanları :

1. Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yolları.

2. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla bilinçaltına itilen 25. kareler.

3. Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar.

Bu yöntem, bir ürünün reklâmını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün propagandasını yapmaya kadar varan geniş bir yelpazede kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (bilinçli) algılananlar değil; bilinçaltı seviyesinde algılanan söz, resim, görüntü ve şekillerden oluşur.

Bunlardan en çok kullanılan Dijital ses dosyalarına gizlenen ses mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi ve yayılması daha kolay olduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır diyebiliriz. Peki, sistem nasıl işliyor?

İnsan kulağı sadece belirli frekans aralıklarındaki sesleri duyabilir. Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin duyabileceğiniz frekans aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları algılayabilecek kapasitededir. Dikkat ediniz : “duyabilecek” demiyoruz, algılayabilecek diyoruz.

Yani, kulağımız ancak belirli bir frekans aralığındaki sesleri duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri algılar, hisseder.

Bilinçaltı ve bilinçaltının özelliklerini anlattığımız zaman, ne demek istediğimizi çok daha iyi anlayacaksınız. Ancak şimdi öncelikli olarak bu subliminal mesajların neler olduğunu ve nasıl işlendiğini sizlere göstermemiz gerekiyor.

8-12 hertz dalga boyundaki subliminal mesaj içeren bir MP3′ü kulağınızla dinlersiniz, ancak içindeki gizli mesajı beyniniz dinler. Bu esnada kulağınız hiçbir şey duymaz. İnternette ve paylaşım programlarında bilinçaltı mesajları içeren MP3 dosyaları bulunmaktadır. Hatta bu gizli mesajları frekans aralıklarına göre analiz ederek ortaya çıkartan yazılımlar dahi vardır.

25. KARE

Kişinin bilinçaltına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu söylemiştik. İşte bunlardan bir diğeri de 25. kare tekniğidir. Peki, nedir bu 25. kare?

Gördüğümüz bir anlık görüntü, 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24 küçücük kareden oluşur. Sinema bandında, saat, dakika, saniye olarak bir diziliş vardır. Saniyeden sonra kare gelir ve bir saniye 24 karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur. Her 327.5 satırda bir de “control-track” denilen aralık vardır. İşte bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak 25. kare oluşturulur ve bu son kare olan 25inci kare anlıktır. Yani görüntü saniyede 1/24 olacakken, bu 1/25′e çıkar. Kareler 25 olunca bir anda bir görüntü gelir ve anında kaybolur. Genellikle görünmez, daha doğrusu görülür ama bilinçaltında kalır.

25. karenin temel mantığı da mesajı bilinç-altına göndermek olduğu için, artık dünya sinema sanayisinde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani sizler evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon kanalındaki herhangi bir dizi/ film ya da bir belgeseli seyrederken aynı zamanda 25. karelerle bilinçaltınıza gönderilen mesajlara/ telkinlere/ saldırılara maruz kalabiliyorsunuz.

Göz bunları görmüyor ama saniyenin üç binde biri gibi bir zaman aralığında bu görüntü bilinçaltına ulaşıyor. Bu gizli mesajlar sayesinde, o reklâmı, diziyi, filmi ya da herhangi bir resmi hazırlayan kişi/ yapımcı/ yönetmen kendi hedefine, niyetine ve ideolojisine göre vermek istediği mesajı 25. karelerle bilinçaltına göndermiş oluyor.

PEKİ, GÖREMEDİĞİMİZ HALDE NASIL ETKİLENİYORUZ BU 25. KARELERDEN?

Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar. Filmlerle, reklamlarla her türlü mesajı veriyorlar. Buna rağmen niçin böyle gizli bir kare uyguluyorlar?

Cevabı çok basit; Çünkü gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor. Çünkü kişi, bilinçli bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya reddediyor ya da kabul ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek olarak getirilmiş oluyor.

Fakat bu, öyle bir şey ki insan onu görmüyor, duymuyor ve hissedemiyor, yani bizlerin algı frekanslarımızın tamamen altında veya üstünde yer alıyor. Böyle bir şeyi kabul yahut reddetme gibi bir olanağımız var mı? Elbette hayır.

İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel mantığı budur! Hedefteki kitlenin bilinçli tercih hakkını gasp ederek, onları gizlice zehirlemek!

Bu işi yapanlar insanı ve insanın yaratılışını çok iyi biliyorlar. 1900’lü yıllara kadar uzanan bir geçmişi var bu tür çalışmaların. Psikolog ve psikanalistlerin insanla ilgili uyguladıkları, gözlemledikleri ve deneylerle ortaya koydukları bilgi ve bulgulardan yola çıkarak  “İnsanı nasıl etkileyebiliriz” sorusuna cevap aradılar. İlk başta ticari hedefler ve büyük şirketlerin mallarını halka pazarlamanın bir yolu olarak gördüler bu bilinçaltı telkinleri. Daha sonra ise bu taktiği öğrenen her kişi ve her yapımcı kendi niyet, inanç ve ideolojisine göre vermek istediği mesajları bu yolla insanlara zerk etmeye başladılar.

25. KARE NE ZAMAN VE NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?

Bilinçaltının bütün görüntü, ses ve resimleri kaydetme özelliği 1900’lü yıllardan beri insanları yönlendirmek için kullanılmaktadır.

1900’lü yıllarda Knight Dunlap adında Amerikalı bir psikoloji profesörü gözbağcılık gösterisi yaparken bilinç gücüyle algılanmayan “hissedilemez gölgeler” kullanarak aynı uzunluktaki 2 çizgiyi seyircilerin farklı ölçülerde algılamasını sağlamıştı.

İşte buradan hareketle bilinç-altını hedef alarak mesaj göndermeyi hedefleyen ve adına subliminal mesajlar denen bu tür reklamlar ilk kez 1950′li yıllarda Amerika’da ortaya çıktı.

James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti. Bu deneyde film perdede oynarken, saliselik görüntüler hâlinde gözle görülemeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda : “patlamış mısır ye” ve “kola iç” sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları bilinçle algılayamadığı hâlde, bilinçaltına hitap eden bu sloganlar neticesinde kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde 57.7 arttığı görüldü.

Bu şekilde, bilinç-altına yönelmenin reklamın etkinliğini artırmada daha işlevsel olduğu görülmüştür. İşte o gün bugündür uygulanan 25. kareler sadece bir insanı ya da bir topluluğu değil; bütün insanlığı tehdit etmektedir.

Bir grup psikolog ve yazar bu konunun gündeme geldiği ilk yıllarda bu yöntemin uydurma ve efsane olduğunu ve insanları etkilemeyeceğini söylediler. Ancak, beyin dalgalarını ölçen teknolojilerin gelişmesi ile gizli mesaj içeren reklama beynin daha farklı ve fazla tepki verdiği gözlemlendikten sonra, bu yöntemin etkisi ispatlanmış oldu.

İşin en ilginç tarafı ise bu konuyu gündeme taşıyan, kitap, tez ve aile eğitim seminerlerinin yok denecek kadar az olmasıdır. Yıllardır uygulanan böyle ciddi ve hayati bir konunun nasıl olup da bütün bir insanlık tarafından henüz bu şekilde yeni yeni öğreniliyor olması düşündürücü olsa gerek.

ASIL HEDEF ÇOÇUKLAR

Subliminal teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor. Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddî yaş dilimde (sıfır-yedi yaş arası) bu görüntüler içeride bilinçaltında hapsoluyor. Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok dikkat edin.

Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır çocuklarımızın bilinçaltına kazımıştır.

BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLAM UYGULANMAKTADIR
Sizler, televizyonlarınızın karşısında uyumaya devam eden ruhlar, koltuğunuza oturup en sevdiğiniz dizi ya da filmleriniz yayına başlarken : “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLÂM UYGULANMAKTADIR” uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz?

Peki, ne demek “Sanal Reklam?”

Sanayi Bakanlığına göre sanal reklamın tarifi aşağıdaki gibi;

“Sanal reklam; hukuken kullanımı meşru görüntülerin, canlı veya banttan bilgisayar marifeti ile manipülasyonu ve söz konusu görüntülerde yer alan muhtelif unsurları reklam amacı ile hâlihazırda kullanılan veya ileride geliştirilecek teknolojiler vasıtasıyla oyun sahası ve çevresi üzerine düşürülen tüm görüntüleridir.”

Televizyonda izlediğimiz pek çok dizide ya da filmde ya marka yerleştirme ya da sanal reklam uygulamaları ile karşılaşıyoruz. Bir dönem gişe rekorları kıran “Kurtlar Vadisi Irak” filmini hatırlayın. Film başlarken “Bu filmde sanal reklam uygulaması yapılmaktadır” uyarısı vardı. Ekranda bir ovada yol alan otomobili izlerken birden bir mimarlık firmasının reklam tabelası ve bir apartman beliriveriyor. Kerpiç evlerin üstüne getirilmek istenmiş ama başarılı olunamadığı için ortalık yerde duran uydu antenleri reklamları ve uyarı tabelalarının altında beliriveren markalar…

O halde en can alıcı soru şu; niçin sanal reklam? Çünkü bilinçaltına telkin göndermenin en iyi yolu.

25. kare tekniğinin  uygulandığı bir film :

DÖVÜŞ KLÜBÜ / The Fight Club

Niçin bu film? Bir kere adına bakarak bunun bir dövüş filmi olduğunu zannetmeyin.

“Gün gelir sahip olduklarınız, size sahip olmaya başlar!” sloganı ile Modern insanın tüketim merkezli hayat tarzını sorgulayan ve aynı zamanda şizofren (çift-kişilikli) bir şahsiyeti anlatan bir filmdir dövüş kulübü.

Edward Norton ve Brad Pitt’in başrollerini paylaştığı ve David Fincher’in yönettiği bu film, 2000 yılında Empire Ödülü (İngiltere), 2001’de En iyi DVD, en iyi DVD anlatımı, en iyi DVD özel içerikleri ödülünü almıştı.  2005 yılında Total Film magazin ödüllerinde (UK) “Dünyanın bu güne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülüne layık görülmüştü.

Gerçekten çok etkileyici bir filmdir. Moderniteye karşı çıkarak :

“Gün gelir sahip olduklarınız, size sahip olmaya başlar”
“Her şeyi kontrol etmeyi bırak ve rahat ol…”
“Nefret ettiğiniz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyorsunuz.”
“Seyrettiğiniz reklâmlar yüzünden araba ve kıyafet değiştiriyorsunuz.”
“Sizler paranız kadar iyisiniz.”
“Siz işiniz değilsiniz…”
“Bindiğiniz araba değilsiniz.”
“Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz” diyordu.


 

 

Şimdi, “Dünyanın bu güne kadar gelmiş geçmiş en iyi film öülü”ne lâyık görülen bu filmdeki 25. kareleri yakalayabilmek ve filmdeki her saniyeyi kare kare izleyebilmek için önce ;

1. Filmi bilgisayarınıza kaydedin.
2. Mediaplayer ile izlerken film sahnelerini 1/16 “Slow / yavaş” izleme modunda.
3. “klcodec” ile izlerken alttaki ok işaretlerinden “Decrease Speed”e üç kez tıklayıp filmi en yavaş haline getirmeniz gerekmektedir. Böylece her saniyeyi yaklaşık 5 saniyede izleyecek ve her kareyi tek-tek yakalayabileceksiniz.

SONUÇ:

1. Araştırmalarımızın sonucunda filmin yönetmeninin cinsi sapık (sexomaniac) olduğunu öğrendik.
2. Filmin (bizim yakalayabildiğimiz) 26 farklı yerinde 25inci kareler kullanılmış.
3. 25inci Kare tekniği ile elinde sigara olan Brad Pitt resmi filmin çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir.
4. Yönetmen filmin 2 farklı yerinde 25inci kare tekniği ile erkek cinsel organını yerleştirmiş.
5. Yine filmin 2 yerinde Çocuk Pornosu bilinç-altına yerleştirilmiş.
6. Unutmayın 25. karelerin yer aldığı her film gibi bu filmde de normal seyrinde görülmesi gerekenlerin dışında hiçbir şey görülmüyor. Aslında çok şey görülüyor ancak hiç kimse ne gördüğünü bilmiyor.
7. Uyanmayanlar ve hâlâ 25. karenin varlığına ihtimal vermeyenler, denesin ve görsün diye filmdeki en can alıcı karelerin sadece bir kısmının dakika ve saniyelerini aşağıya sırasıyla yazıyoruz. İsteyen filmdeki tespit ettiğimiz bu dakika ve saniyelerde filmi durdurup kare kare izleyebilir.

06:02= elinde sigara olan Brad Pitt resmi,

31:07 = cinsel öğeler erkek cinsel organı,

31:14 = cinsel öğeler,

46:41 =cinsel öğeler,

49:09 = cinsel öğeler,

50:42 ile 50:52 = çocuk pornosu mesajları…

02:10:39= Film bitiyor binalar yıkılıyor ve yine erkek cinsel organı filmin finali olarak 25. karede yer alıyor.

Filmin en tuhaf gelen bölümü ise Tayler’ in işi sabun imalatçılığı olmasına rağmen, 30. dakikadan itibaren, Tayler’i anlatırken onun bir sinema yapımcısı olduğunu anlatmasıdır. (Filmin sadece bu 2 dakikalık bölümünde Tayler bir sinema yapımcısıdır)

Şu ifadeler 30. dakikadan sonra   filmde aynen geçmektedir ;

“Sinema filmleri tek bir makarada olmaz; birkaç makarada olur ve bir kare bittiğinde diğer makaraya geçerken birisinin düğmeye basması gerekir. O an geldiği zaman projektörleri değiştirir ve film devam ettiği için kimse bir şey anlamaz. Çünkü bu iş beraberinde bir çok ilginç olanak da sunuyor. Bütün aile filmlerini kare kare görmüştür. Yani izleyici cesur köpek ile ünlü bir şahsiyeti aynı perdede izlerken neler gördüğünü bilmez. KİMSE GÖRDÜĞÜNÜ BİLMİYOR AMA GÖRÜYOR” der ve sorar: “ACABA KAÇINIZ ONU İŞ BAŞINDA YAKALAYABİLİRSİNİZ?”

Yani adamlar yaptıkları işi aynı filmin içinde anlatıyorlar!

REKLAMLARLA BİLİNCİ ÇALINAN İNSANLAR

İnsan beyninde bilinçaltının tepki verdiği iki önemli olay var : “doğum” ve “ölüm”. Bilinçaltımız bu iki olaya çok daha fazla tepki veriyor. Bu iki mesaja daha duyarlı.

“Sex” (cinsellik) mesajı doğum ilk örneğinde, “kill” (öldürmek) mesajı da ölüm ilk örneğinde karşılanıyor. Bu semboller verilmek istenen mesajın içine yerleştirildiğinde bilinçaltı bunları öncelikli algılar olarak saklayabiliyor ve sıra kullanıma geldiğinde bu öncelikli depolanan veriler, davranış ve hareketlerimize yön çiziyor.

BİLİNÇALTI MESAJLAR YASAK DEĞİL Mİ?

Bilinçaltı reklamlarının etkisinin ispatlanmasının ardından bir yandan bu yöntemin kullanımı arttı ve diğer yandan da bu gibi yöntemlerin kullanılmasını önlemeye yönelik yasalar çıkartıldı. Ülkemizde RTÜK bilinçaltı reklamı : “Teknik cihazlar vasıtasıyla televizyon yayınlarında çok kısa süreli görüntüler kullanarak, izleyicilerin ancak bilinçaltıyla algılayabilecekleri ürün veya hizmetlerin tanıtılmasına ilişkin mesajlar içeren reklamlar” olarak tanımlamıştır.

Yasalarımız tüketicinin korunması bakımından, gizli reklam ve bilinçaltı reklamı da yasaklamıştır. 3984 sayılı yasanın 20. maddesi: “Reklamların, program hizmetinin diğer unsurlarından açıkça ve kolaylıkla ayırt edilebilecek ve görsel ve işitsel bakımdan ayrılığı fark edecek biçimde düzenlenmesini, bilinçaltı ile algılanan reklamlara izin verilmemesini” hükme bağlamıştır.

Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmeliğin 11. maddesine göre de: “Yayınlarda gizli reklam yapılamaz. Programlarda açıkça reklam olduğu belirtilmedikçe ürün veya hizmetler reklam amacını taşıyan şekilde sunulamaz. Çok kısa sürelerle imaj veren, elektronik aygıt veya başka bir araç kullanılarak veya yapılarının ne olduğu konusunu izleyenlerin fark edemeyecekleri veya bilemeyecekleri bir biçime sokarak, bilinçaltıyla algılanmasını sağlayan reklamların yayınlanması yasaktır.”

1964’te İngiltere, 1974’te ABD olmak üzere dünyadaki 55 ülke insanlarını bu tekniklere karşı korumaya almıştır. Rusya’nın Ekaterinburg şehrinde yayın yapan ATN Televizyonun “Otur ve ATN izle” şeklinde bir gizli mesaj verdiği tespit edilmiş ve 2 ay yayın lisansının iptal edilmesine neden olmuştur.

Neticede, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde bilinç-altı reklam yasaklanmıştır ama bütün reklamları, dizi, film ve belgeselleri bilinçaltı mesaj içerip içermediği noktasında denetleyecek bir yapı kurulamamıştır.

BİLİNÇALTI VE GENEL ÖZELLİKLERİ

Günlük hayatımızda yaşadığımız bazı sorunların bilinçaltımızdan kaynaklandığını hep söyleriz ama acaba kaçımız bilinçaltımızın gücünün ve öneminin farkındayız?

Bilinçaltı çoğumuzun bildiği ya da duyduğu bir kavramdır. Bu kavram bilincimizin farkında olmadığı ama davranışlarımızın yönlendirilmesinde önemli rol oynayan bir yapıyı belirtiyor. Bilinçaltı, alt benlik, bilinç dışı olarak da adlandırılan bilinçaltı kişiliğimizin farkında olmadığımız, kontrolümüz dışındaki parçasını temsil etmektedir. Diğer bir deyişle bu, buzdağının görünmeyen kısmıdır.

Otomatik bir pilot gibi bütün tecrübelerimizi depolar. Bir hafıza deposudur. Tecrübelerinizi hatıralar şeklinde depolar. Bilinç-altı heyecanlarımızı, sezgilerimizi, alışkanlıklarımızı ve güdülerimizi depoladığı gibi, bunların faaliyete dökülmesinden de sorumludur.

Bilinçaltımız, zihin telkin yoluyla ikna olunmaya müsaittir. Bilinç, zihnin aksine, sorgulamadan tekrarla gelen teklifleri kabul eder, pekiştirir. Bütün otomatik davranışlarımız, alışkanlıklarımız ve heveslerimiz hafızada kayıtlı bilgiler arasındadır. En önemli vazifesi ise depoladığı verilere dayanarak mutluluğu sağlamaktır.

Bilinçaltı zihin delillerle ne ikna edilebilir, ne de aldatılabilir. Fikirlere ve imajlara karşılık verir. Bilinç-altının en mühim özelliği ise, bilincimizin farkına varmadığı olayları, sesleri, resimleri kaydetmesidir. Siz beş katlı bir binaya çıkarken merdivenleri saymıyorsunuz ama bilinçaltınızda bu sayı biliniyor ve kaydediliyor. Aynı şekilde bebekliğimize dair hatıralar bilinçaltı kayıtlarının arasında bulmak pekâlâ mümkündür.

Bilinç aynı anda üç ila yedi işi yapabilir. Daha fazla görev yüklendiğinde kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz, bizi o anda ilgilendirmeyen birçok veri bu filtreden süzülür. Beş duyumuzun karşılaştığı çok sayıda duyum, algılanmadan bilinçaltı hafıza deposuna aktarılır.

Demek ki duyduğumuz, gördüğümüz ama kavrayış olarak algılayamadığımız her şey bilinçaltına ileride tekrar kullanılmak üzere veri olarak depolanır ve gelecekteki hareketlerimize yön çizer. İşte tam da bu aşamada bilince değil ama bilinçaltına hitap eden bütün propaganda ve veriler, bizim davranışlarımıza yön çizen güdüler olarak karşımıza çıkar. Zira sıklık arz eden tekrarlar deruni algılarımıza yöneliktir.

GERÇEK  GÖRMEDİKLERİMİZ Mİ?

Bilinçaltı dediğimiz şey, bilincin binde dokuz yüz doksan dokuzunu oluşturuyor. Yani biz şu anda bu yazıyı, binde bir seviyesinde görüyor, dinliyor ve okuyoruz.

Bunlar nasıl mı gerçekleşiyor? Gözde bilimsel olarak “fovea hareketleri” olarak isimlendirilen, gözün fovea hareketleri sizin şu anda görmediğiniz şeyleri de görüyor. Göz devamlı bir tarama içinde. Tarıyor ve aldığı bilgileri bilinçaltına atıyor. Bu söylediklerimiz bilimsel verilerdir.

Biz, normal şartlarda gözümüzün fovea hareketleriyle beynimizde depolanan şeylerin çok azını hatırlıyoruz. Ama mesela markete gittiğimizde on tane deterjan arasından bir tanesini çekip alıyoruz. Yani gördüğümüzün ve de duyduğumuzun farkında olmadığımız şeylerin, bilinç ortamına çıkarak bize o malı satın aldırması söz konusu oluyor.

Yani biz görmediğimizi zannettiğimiz şeyleri aslında görüyoruz ve bilinçaltımıza gönderilen verilerin karar verme ya da faaliyete geçme aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı doğrudan etkiliyor.

Alıntıdır.

BONZAİ

Kaynak : http://gercektarihdeposu.blogspot.com.tr/2014/01/anneler-babalar-cocuklarimizi-koruyup.html

 

Anneler Babalar Cocuklarimizi koruyup kurtaralim BONZAi UYUSTURUCUnun yeni sekli

TEK KULLANIMDA BİLE ALIŞKANLIK YAPIYOR… KALAN ÖMÜR 3 YIL

ÜLKEMİZDE TEHLİKENİN YENİ ADI : BONZAİ !  ÖLDÜRÜR

Bunlari okuyup bilgilenmezsek nasil onlem alacagiz

Başlığa bakıp minik Japon ağacı sanmayın. Bonzai şu anda Türkiye’nin başına musallat edilmiş büyük bir bela.İlkokula kadar inen,…

Bonzai herkese anlatılmalı. Ne olduğu, nasıl sonuçlar verdiği, vücudu nasıl tükettiği iyi bilinmeli”

“Ailelerin çocukları yakından izlemesinde yarar var…”
Aslında tehlikeli sentetik uyuşturucu sayısı son aylarda ikiye çıkmış durumda.Bonzai gibi hızla yayılan yeni bir uyuşturucu var:
Adı Jamaica.

Gençler arasında bonzai ve Jamaica partileri veriliyor.Yani dağıtım ağı o kadar yaygın…

Tehlikeli olan ve ailelerin bilmesi gereken şu:
Bonzai ve Jamaica tek kullanımda bile alışkanlık yapabiliyor.Bu alışkanlık sonucu vücut çürüyor.Genç yaşta kalp krizinden ölenlere bakıldığında, yüzde 90′ının bonzai kullandığı görülüyor…
Türkiye’de gençler son 4 yıldır Bonzai kuşatması altında.Öyle ki, internette bonzai üzerine yazılmış şarkılara, sipariş verebilmek için telefon numaralarına dahi ulaşabiliyorsunuz. Polis ardı ardına operasyonlar
yapıyor. Özellikle İstanbul’da…
Gençler bonzai ile “kafa” yapıp eğlendiklerini, oyun oynadıklarını zannediyor.

Ama hayatlarının kumarını oynuyorlar.Çünkü bonzai tuzağına düşenler
kurtulamıyor.Bu kumara katılanların ömrü en fazla 3 yıl…

TEK KULLANIMDA BİLE ALIŞKANLIK YAPIYOR… KALAN ÖMÜR 3 YIL …

Kimileri için bonzai, sadece ev ve iş yerlerini süsleyen masum bir bitki. Ancak uyuşturucu tacirleri açısından bu süs bitkisinin farklı bir anlamı var. Türkiye’de kullanımı her geçen gün biraz daha yaygınlaşan Bonzai, gençler için büyük bir tehdit oluşturuyor. Sentetik esrar olarak da bilinen bu uyuşturucu, internet üzerinden pazarlanıyor, kargoyla adrese kolayca gönderiliyor. Özellikle sosyal medya üzerinden yeni müşteri bulan torbacılar, istediğiniz takdirde uyuşturucuyu elden bile teslim ediyor. Uyuşturucu kullananlar, Facebook sayfalarından deneyimlerini, güvenilir torbacıların adreslerini ve satıcıların kullandıkları kod adları paylaşıyor. Avrupa’dan gelen yeni bonzai çeşitleri de sayfalarda tanıtılıyor. Bu arada bazı torbacılar aynı zamanda dolandırıcılıkta yapıyor, para ödemelerine rağmen siparişleri gönderilmiyor. Kişi, illegal bir sipariş verdiği için hakkını da arayamıyor. Biz de bonzai hakkında uzun soluklu bir araştırma yaptık. Önce, geceleri İstanbul’un değişik semtlerini dolaştık. Bonzai satan ve içen çok sayıda kişiyle konuştuk, uyuşturucunun insanlar üzerinde bıraktığı etkileri gözlerimizle gördük. Ayrıca Bakırköy’de bonzai kullanan gençlerin suçüstü yakalanmasına şahit olduk. Daha sonra internet üzerinden uyuşturucu sipariş etmek için harekete geçtik. Sahte bir Facebook hesabıyla çok sayıda torbacıya mesaj gönderdik. Elden almak yerine kargoyu tercih ettik çünkü böylesi bir yöntem uyuşturucunun ulaşılabilirliğini gözler önüne serebilir, durumun vahametini özetlerdi. Nitekim bankamatikten havale yaparak parasını ödediğimiz uyuşturucu, üç gün gibi kısa bir süre içerisinde verdiğimiz adrese geldi. Torbacı, anlaşılmaması için bonzaileri bir tişörte sarmıştı. İnternet üzerinden uyuşturucu almıştık ve kimsenin ruhu bile duymamıştı…

Bir yılda bonzai kullanımı 18 kat arttı
2011 yılında bonzai kullananların sayısı 2012’de 18 kat artmış. 2011’de 21 ilde bu maddeyi kullanan kişilere rastlanırken bir yıl sonrasında bu rakam 47’ye çıkmış. Geçtiğimiz yıl 391 operasyon sonrasında 896 kişi gözaltına alınmış ve toplamda 197 kilo bonzai ele geçirilmiş. Bonzai kullanımının böylesine bir artış göstermesinde özellikle Doğu ve Güneydoğu’daki esrar tarlalarına yapılan operasyonların etkisi olduğu düşünülüyor. Bonzai, piyasaya çıktığı ilk günden bu yana masum bir uyuşturucu gibi gösteriliyor, esrara alternatif olarak sunuluyor. Bonzai, ismini aynı adı taşıyan bir süs bitkisinden alıyor. Dünya üzerinde ilk olarak bu bitkiye enjekte edilerek ticareti yapılan bonzainin esrardan 10 kat daha zararlı olduğu kanıtlanmış. Bonzai, JWH 10, JWH 23, JWH 48 gibi 480’den fazla farklı kimyasal sentetik cannabinoid maddesinden hazırlanabiliyor. Dünya genelinde her yıl 20-25 yeni sentetik uyuşturucu çeşidi piyasaya sürülüyor. Bonzai; beyin, kalp ve akciğerlerde kalıcı hasarlar bırakıyor, ani ölümlere neden oluyor. Uyuşturucu tacirleri, yasalardaki boşluklardan faydalanmak için bonzainin içeriğini sürekli değiştiriyor. Çünkü Türkiye’de, henüz JWH sentetik cannabinoid maddesinin sadece 15 çeşidi hakkında yasal bir düzenleme bulunuyor. Bu yüzden gümrük kapılarında çalışan narkotik uzmanları, her seferinde farklı sentetik karışımlar içeren bonzai paketleriyle karşılaşıyor. Son dönemlerde gümrük kapılarından likit (sıvı) halde de sentetik uyuşturucu sokulmaya çalışılıyor. Sıvı hali, meyve sularının içine damlatılarak içiliyor. Bu şekilde kullanıldığında daha tehlikeli bir etki yapıyor. Ayrıca uzmanlar, Türkiye’ye yeni girdiği tespit edilen bir başka sentetik madde olan AM2201’in ilerleyen dönemlerde büyük bir tehdit oluşturacağını düşünüyor.
‘Test yapmak için yeterli altyapımız yok’
Kullanıcıların çoğu, bonzainin sentetik bir madde olduğunu bile bilmiyor. İlk içenler, “Korkma, kan testlerinde çıkmaz.” denilerek kandırılıyor. Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezi’nde (AMATEM) testler sağlıklı bir şekilde yapılamıyor. AMATEM’de çalışan ve ismini açıklamak istemeyen bir uzmanın söyledikleri bir hayli çarpıcı: “Gerekli altyapımız yok. Bir hastanın bonzai kullanıp kullanmadığını anlamak için yaptırdığımız testin maliyeti 100 TL’yi geçiyor. Çoğu zaman gençlerin test sonuçlarına bile bakmadan, ‘Sen bonzai kullanmışsın’ diyoruz. O da çaresizce, ‘Evet kullanıyorum’ cevabını veriyor.” 15 ile 24 yaş aralığı büyük bir risk grubu oluşturuyor. Uzmanlar, 12-13 yaşındaki çocukların bile bonzai kullandığını kayıtlara geçirmiş. Bonzaiyi daha çok esrar kullananlar tercih ediyor çünkü esrar bir müddet sonra kişi için yetersiz kalıyor. Bonzai ise kimyasal olması sebebiyle, ‘fiziksel yoksunluk’ diye tabir edilen güçlü bir etki bırakıyor. Kullanıcı, yoğun bir ölüm korkusu (Bad trib) yaşıyor, halüsinasyonlar görüyor.
Çin, bonzai üretimine de el attı!
Bonzai, ilk olarak 2002’de Almanya, İspanya, Rusya ve Avustralya’da uyuşturucu olarak kullanıldı. İlk yıllar ‘Herbal spice’ adı altında doğal bir ürünmüş gibi pazarlandı, “Bonzai bitkisinin bir hikmetini daha bulduk!” şeklinde propaganda yapıldı. Bonzai, insan hayatında ciddi riskler oluşturduğu gerekçesiyle 2008’den sonra Avrupa’nın birçok ülkesinde yasaklandı. Ancak hâlâ bazı Avrupa ülkelerinde kullanımı hakkında yasal boşluklar var. Türkiye’de ise ilk bonzai 2010 yılında Eskişehir’de ele geçirildi. Sonrasındaysa kullanımı korkutucu bir şekilde arttı. Bu hızlı artış, yetkilileri harekete geçirdi ve sentetik uyuşturucunun kullanımı ve satışı 2011’de yasaklandı. İlk yıllar bonzai, Türkiye’ye internet üzerinden sipariş verilen hızlı kargolarla, 3 ya da 6 gramlık paketler halinde gönderiliyordu. Yasal düzenlemelerden sonra bu yöntem güvenilirliğini yitirdi. Ancak hâlâ bazı yabancı internet siteleri kargo yöntemini kullanmaya devam ediyor. Emniyet birimleri, geçtiğimiz yıl şüpheli 15 Türk internet sitesini kapattı. Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren internet siteleri için de yabancı yetkililere ihbarname gönderildi. Uyuşturucu şebekeleri, sınır kapılarından da ülkeye bonzai sokmaya çalışıyor. Son iki yılda gümrük kapılarında toplam 124 kilogram bonzai ele geçirildi. Bonzai, daha önceleri Macaristan üzerinden ülkemize gönderiliyordu. Macaristan hükümetinin yaptığı yasal düzenlemeler sonrasında uyuşturucu trafiği son bir yıldır Slovakya, Hollanda ve İtalya’ya kaydı. Bu ülkeler, bonzaiyi ucuz olduğu gerekçesiyle Çin’den alıyor, merdivenaltı tesislerde kendileri paketliyor. Gümrük kapılarında yakalanan boş bonzai paketleri, Türkiye’de de paketleme işleminin yapıldığını gösteriyor. Sentetik uyuşturucu, Türkiye’de ‘yavşan otu’ olarak bilinen ve aktarlarda kilosu 20 TL’ye satılan bir bitkiyle harmanlanarak satışa sunuluyor. Aktarlar, son dönemde yavşan otu satışlarında büyük bir artış yaşandığını söylüyor. Fatih’te aktarlık yapan bir esnaf, kendisinden 100 kilo yavşan otu almak için gelen bir kişiden şüphelenmiş ve polisi aramış. Bu sayede polis bir adrese yaptığı baskında yüklü miktarda bonzai yakalamış. Evde sentetik uyuşturucu hazırlayanlar, internet sitelerindeki formül ve ilgili videolardan yararlanıyor.
‘Kazandığım paranın hepsini bonzaiye yatırıyorum’
Bakırköy’de görev yapan bir polis ekibiyle devriye atıyoruz. Saat, gece yarısını geçmek üzereyken telsizden Fildamı Sarnıcı’nın hemen altındaki parkta gençlerin gürültü yaptığına dair bir anons geçiyor. Parka gittiğimizde iki genç bizi fark ediyor ve oturdukları banktan kalkıp ayakta beklemeye başlıyor. Bu arada içlerinden bir tanesi elindeki gazete tomarını çimlerin üzerine fırlatıyor. Polislerden biri bu durumu fark edip gazete tomarının içine bakıyor. Kâğıttan bir adet 3 gramlık bonzai paketi çıkıyor. 19 yaşındaki İ.K., içicinin kendisi olduğunu, arkadaşının bir suçu olmadığını söyleyerek, karakola gelip ifade vermeyi kabul ediyor. Karakola gidene kadar İ.K. ile polis arabasında konuşmaya çalışıyorum. İ.K., daha 14 yaşında, abisiyle kavga edip Bingöl’deki ailesinden kaçmış. O gün bugündür İstanbul’da yaşıyor ve ailesinin hiçbir ferdiyle görüşmüyor. Geçimini Veliefendi Hipodromu’nda atlara bakarak sağlıyor. Kazandığı paranın büyük bir kısmını da bonzaiye yatırıyor. Haftada iki büyük paket alıp 250-300 TL ödediği bile oluyor. Parası olmadığı zamanlar binbir dil dökerek arkadaşlarından borç alıyor. Uyuşturucuyu bırakmayı hiç düşünmediğini, ölümünün de bonzaiden olacağını söylüyor. Karakolda ifade verirken uyuşturucuya ne derece bağımlı olduğu anlaşılıyor: “Siz beni serbest bıraktıktan sonra gecenin bu saatinde bonzai almak için taksiye atlayıp Tarlabaşı’na gideceğim…”
‘Esrarı bıraktım, bonzai satmaya başladım’
21 yaşındaki Z.D., üç yıldır bonzai kullanıyor. O da diğerleri gibi arkadaş kurbanı olmuş. Uyuşturucu maddeyle daha 16 yaşındayken esrar içerek tanışmış. Kendisiyle Balat’ta buluştuğumuzda bir nevi ‘kriz’ hali yaşıyordu. “Abi, önce gidip bir fişek bonz (Bonzainin sokak dilinde farklı karşılıkları var. Bunlardan bazıları şöyle: Bonz, rüya, Bombay mavisi, spice, jamaican) alayım sonra hikâyemi anlatırım.” dedi. Saat 23.00’ü geçmesine rağmen mahalleli kapıların önlerinde sohbet ediyordu. Ara sokaklardan birine girdik ve üç katlı bir binanın önünde durduk. Kaldırıma koyduğu tabureye oturan 19-20 yaşlarında bir gencin yanına yaklaştık. Z.D., hal hatır sorduktan sonra, “Bana bir fişek patlat.” dedi. Torbacı, Z.D.’den 10 TL aldı, elindeki anahtarlarla evin dış kapısını açtı ve içeriden alüminyum folyoya sarılmış küçük bir paket getirdi. Torbacılar, bonzaiyi hem küçük hem de büyük paketler halinde satıyor. 3 gramlık paketin fiyatı 130 ile 150 TL arasında değişiyor, borsa gibi bazen düşüyor, bazen yükseliyor. Bir paketten ortalama 20 içimlik bonzai çıkıyor. Parası olmayanlar, bir içimlik küçük paketlerden alıyor. Torbacılar, genelde fişek diye tabir edilen küçük paketleri satmayı tercih ediyor çünkü büyük bir paketi parçalar halinde satarlarsa 150-200 TL kâr elde ediyorlar. Z.D.’nin madde aldığı torbacı esrar satmayı bırakmış, daha kârlı olduğu için bonzai satmaya başlamış. Z.D., bonzaiyi aldıktan sonra Haliç’e doğru gidiyor. Parkta, iki tane sigarayı çarşaf diye tabir edilen kâğıda çabucak döküyor, üzerine bonzaiyi serpiştirdikten sonra sarıp içmeye başlıyor. Uyuşturucu, kısa süre sonra etkisini gösteriyor. Konuşmaları yavaşlıyor, oturduğu banka uzanıyor. Gözleri açık olmasına rağmen sanki derin bir uykuya dalıyor. Biraz sonra kendine gelince kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor. Z.D., bonzai almak için sürekli anne ve babasına türlü yalanlar söyleyip onlardan para istiyormuş. İşten atılmasına da bonzai sebep olmuş. Uyuşturucu almak için çalıştığı kebapçının kasasından 130 TL çalınca kapı önüne konulmuş. Z.D., bonzaiye başlamadan önce 70 kiloymuş şimdi 48 kiloya düşmüş. Bonzai, iştahı kapattığı için yemeden içmeden kesilmiş. Vücudunun değişik yerlerinde büyük çıbanlar çıkmış, akciğerleri büyük zarar görmüş. Ailesi ise ne yazık ki oğullarındaki bu değişimin neden kaynaklandığını fark bile edememiş.
‘Arkadaşım beni öldü sanmış!’
24 yaşındaki Şanlıurfalı M.K., Zeytinburnu’ndaki bir tekstil atölyesinde çalışıyor. Uyuşturucuyla bundan iki yıl önce bir akraba ziyareti için gittiği Bursa’da tanışmış. Altı arkadaşıyla bir araya gelip bonzai satın almış. M.K., ilk çektiği duman sonrasındaki ruh halini şöyle özetliyor: “O an intiharı düşündüm ve çevremdeki arkadaşlarımdan nefret ettim ama kendime gelince içmeye devam ettim.” Bu ilk bonzaiden sonra M.K.’nin bağımlılığı gitgide artar. İstanbul’a gelir gelmez tanıdığı birkaç kişi vasıtasıyla torbacılarla tanışır. Artık içtiği bonzailer onu tatmin etmeyince ‘kova’ diye tabir edilen ve nargile benzeri bir düzenekten pet şişe yardımıyla ciğerlerine dumanı çeker. Kova yardımıyla bonzai içtiği bir gün fenalaşır ve bir buçuk saat kendine gelemez. Arkadaşı, bir ara M.K.’nin öldüğünü düşünür. M.K., bir yandan da yakın çevresine bonzai satarak torbacılık yapmaya da başlamış. Torbacılık yapmasına rağmen bonzainin bu denli yaygın hale gelmesi onu bile rahatsız etmiş. Bonzai çıktı çıkalı esrar bulmakta zorlandığını söyleyen M.K., “Sentetik uyuşturucunun torbacılığı çok kârlı. Şu an İstanbul’da binlerce kullanıcısı var ve giderek Anadolu’ya da yayılıyor.” diyor.
Hakikatin Sesi GTD ALLAHcc Polisimizden razi olsun korusun